30 Temmuz 2013 Salı

Bitik Adam / Thomas Bernhard

Bitik Adam
Thomas Bernhard
2000

Hatırlıyorum da bu kitabın ilgimi çekmesine adı neden olmuştu: Bitik Adam. On yıl önceydi. Yazarı tanımıyordum. Kendimi dipte hissettiğim bir devremde edindiğim ve okuduğum bu yapıt üzerine şimdi burada kısaca yazmak istiyorum. Okumamın üzerinden geçen onca zamanın ardından, halen kütüphanemden çıkarıp, elimle kabaca tozunu alıp içini açtığımda, okurken tattığım estetik lezzeti anımsayabiliyorum. Bu kitabı o zamanlar beğenmemin en önemli nedeni, farklı bir kitap olmasıydı. Benzerini okumadığım ağır bir dil, uzun cümleler, ağdalı anlatım, yer yer karmaşık tahliller, ilginçlik düzeyi az bir olay örgüsü etrafında şekillenince farklı bir tat duyumsatıyordu. Okurken, hayattan epeyce sıkılmış ve bu sıkıntısını tüm derinliğiyle yansıtabilen bir yazarla karşılaştığımı hemen anlamıştım. Ve şimdi de aynı görüşlerim devam ediyor. Birçok farklı ve dolambaçlı tanımlama getirebilirim, ancak Thomas Bernhard'ın bu kitabının ne anlattığını tek kelimeyle ifade edecek olsaydım "Mutsuzluğu anlatıyor" derdim. Ve hakkını vermek lazım, insanı mutsuz edecek kadar iyi anlatıyor mutsuzluğu...    

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Taşranın Sazendesi / Abdulkadir Akdemir

Taşranın Sazendesi
Abdulkadir Akdemir
2012

"Anneme, babama ve gecenin rengini çözenlere" ithafı ile başlayan bir çalışmayla baş başayız. Kitap kapağını görünce, insanda oryantalist ifadelerle süslü bir şiir kitabı okuyacağı izlenimi ağırlık kazanabilir. "Taşranın Sazendesi" ismi de arkaik ögelerle bezenmiş bir yapıyı haber veriyor gibi. Bu tahminler elbette bir nebze doğruluk payı taşıyor. Ancak bu ifadelerin, şair Abdulkadir Akdemir'in kurduğu şiir çatısını bütünüyle tanımlamaktan aciz kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Anlatımcı şiirin özelliklerinden faydalanarak dozunda kullanılan imgesel ifadelerle kurulan bu şiirlerin, günümüz şiir okuru algısında yadırgamaya neden olmayacağı aşikar. Lirizmin kendini sıklıkla duyumsattığı, dengeli bir duyarlığın yeni ifade biçimlerini ararken salt kelimelerin yanyana gelmesinin oluşturduğu anlamsallıktan öte, gizemci sembolleri de dozunda kullanma yolunu tercih ettiğini ifade edeyim. Kitaptaki kimi şiirlerde dizelerin fazla uzun tutulduğunu düşünmüyor değilim, lakin anlam birimi olarak dizeyi öncülleyen bakış açısını da şiirimiz için bir zenginlik olarak görüyorum. Buna karşın ürünlerdeki daha kısa tutulmuş dizelerde görülen ritmik söyleyişin hasıl ettiği ezgi, bana daha sempatik ve estetik geliyor. 1987 Trabzon doğumlu genç ozan Abdulkadir Akdemir'in ilk kitabıyla belli bir derinlik eksenine oturttuğu sahihlik içeren söyleyişi, ilerde çıkması muhtemel yeni kitaplarını merak ettiriyor doğrusu...
Kitapta en beğendiğim beş şiiri sıralıyorum: 
1) Nale (İnleyiş)
2) Son Salvo
3) Hasretinden Eşkin Verir Sözlerim
4) Arbede Savaş Provaları II
5) Kalk Gidelim      

24 Temmuz 2013 Çarşamba

80'lerde Çocuk Olmak / Kadir Aydemir

80'lerde Çocuk Olmak
Hazırlayan: Kadir Aydemir
2010

Nostaljiyi sevenlere, geçmiş günleri özleyenlere, eski anıların tadının çok hoş olduğuna inananlara ilaç gibi gelecek bir kitapla karşı karşıyayız: 80'lerde Çocuk Olmak. Bu kitabı okuyunca kuşak çatışması olarak tabir edilen olgunun, zaman ilerledikçe daha derinleştiğini ve derinleşeceğini duyumsadım. Nesiller arasında köprü kurmaya vesile olacak nesne ve olgular gitgide daha azalıyor.Kadir Aydemir'in hazırladığı bu kitapta birçok genç ve güçlü kalemin, son derece çarpıcı yazılmış 80'ler dönemi tespitlerine rastlamak mümkün. Kimi zaman gülümseten, kimi zaman hüzünlendiren, ince noktaların zarif vurgularını okumak, son derece keyifli bir okuma serüveni oluşturdu. Voltran, Kunta Kinte, Şeker Kız Candy, Rocky, Pembe Panter, Star Wars, Clementine, Yalan Rüzgarı, Heidi, Street Fighter, Şirinler, Perihan Abla, Kara Şimşek, Bonibon, Misketler, Adile Naşit, Turbo Sakız, Gazoz Kapakları, Karışık Kasetler, Siyah Önlük, Levis, Mc Hammer, Fruko Gazoz, Pinokyo Bisiklet... gibi olguları hatırlayıp, artık kapanmış bir devri hasretle anmak isteyenlere bu kitabı hararetle tavsiye ederim. Özellikle Onur Behramoğlu, Bülent Çolak, Güray Süngü, İdil Giray, Nilüfer Özgören, Hakan Sim, Erol Özyiğit, Serdar Çekinmez, Ersan Bengisu, Gökçenur Ç.'nin yazıları daha bir beğendiğimi ifade etmezsem de eksik olur. Yapıtın sonuna eklenmiş "Gün Gün Seksenler" bölümü de iyi düşünülmüş,  epeyce faydalı oluyor. 344 sayfalık kitabı, birkaç gün içinde bitirdim, anlayın ki o kadar sürükleyici. Okuduklarımızda hep kendimizi ararız. Bu kitapta kendini arayanlar az ya da çok muhakkak bulacaktır...  

23 Temmuz 2013 Salı

Mor Hırka / Fatma Çetin Kabadayı

Mor Hırka
Fatma Çetin Kabadayı
2012

Baştan sona okurun heyecanını ayakta tutmaya çalışan ve bunu da büyük oranda başaran bir romanla karşı karşıyayız. Fatma Çetin Kabadayı'nın kaleme aldığı "Mor Hırka" hemen üst perde bir gerilimle başlamıyor. Tersine, son derece yumuşak bir giriş yapıp entrika ve gerilim dozunu yavaş yavaş yükseltmeyi tercih ediyor. Günlük hayatın rutini içinde kozasını örerek ilerleyen bir yapı gözlemledim. Yalın bir dille, rahat bir söyleyişle ilerleyen kitap, verimli bir okuma serüveni vaat ediyor. Özellikle genç okurların kolayca özdeşleşebilecekleri ilgi çekici karakterler yapıta güç veriyor. Yan karakterler kimi bölümlerde öne çıkıp ağırlıklarını sezdirebiliyorlar. Belki psikolojik derinlikleri bakımından bir miktar daha işlenip, geliştirilebilirlerdi. Kurgudaki sürpriz olgular anlatıma dinanizm kazandırmış.Yazarın en başarılı olduğu yönlerden birinin nitelikli diyologlar oluşturmadaki rahatlığı olduğunu söyleyebilirim. Bir sanat yapıtının, hayatın içindeki küçük ayrıntıların sezdirilmesi ve duyumsatabilmesinin, bir işlev olarak önemli tatlar barındırabildiğini görenlere, bu kitabın epeyce yakın bir şekilde hitap edeceği muhakkak. En sonunda açık uçlu ve mutlu bir finalle karşılaşıyoruz. Burada nihai netice bulmayıp, yeni bir kitapla devamının gelebileceğini sezdiriyor okura. Ya da ben yanlış algıladım. Bilemiyorum. Bekleyelim, görelim...      

21 Temmuz 2013 Pazar

Hayat Susunca Konuştu Ölüm / Özge Dirik

Hayat Susunca Konuştu Ölüm
Özge Dirik
2009

Özge Dirik, genç yaşta kendi hayatına son vererek dünyadan ayrılmış bir ozan. Vefatının ardından şiirlerini Didem Görkay Zengin yayıma hazırlamış. Bu kitaptaki ürünlerde yoğun depresif titreşimler duyumsadığımı en başta söylemek istiyorum. Okur üzerinde tedirgin edici bir kötümserlik yayan çalışmalar var bu yapıtta. Sanatın insanı tedirgin etmesi gerektiğini savlayan bakış açısı dahilinde okursak güçlü çağrışımlar yakalayacağımız kesin. Yoğun imgesellik içeren dizeler kimi zaman anlatımsal ögelere terk edebiliyor yerini. Şairin genel olarak tercih ettiği uzun dizeler, yorucu bir ses yığılması da oluşturabiliyor kimi şiirlerde. İncecik bir kitap, ancak yoğun çağrışımlar oluşturucu bir atmosferi kuşanmış şiirlerle dolu. Okura karşı soğuk duran, kendi içine kapanmış bir şair profilini imleyen, derinliği sonuna dek kurcalama amacında, sert ama okunası bir yapıt... Adı üstünde: Hayat susunca konuştu ölüm...  

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Mürekkep Acısı / Şükran Aydın

Mürekkep Acısı
Şükran Aydın
2006

Şiirin gizemlerine girme derdini içselleştirmediğini sandığım bir ozanın yapıtı var elimde. Nasıl böyle bir yargıya vardığım sorulacak olursa, dizeler arasında diyalektik bir bütünlük oluşturamamanın acısının kitabın hepsinde demeyeyim ama çoğu şiirinde abartılı bir lirizmle kendini belli ettiğini gözlemlediğimi aktarırsam sanırım yeterli olacaktır. Söz dizimi ve sentakstaki aksamalar içerikteki derin yapıya ulaşmayı epeyce zorluyor, yanısıra kimi kısımlarda kolay bir söyleşiye yaslanmış dizeler kopuk bir imgelem yansıtımını öncelliyor. Aşk izleğini şiirde ele almak büyük risk içeririr. Tarih boyunca, usta şairlerce, birçok kez derinlemesine işlenmiş konular üzerine şiir kotarmak bütünsel bir poetikanın arkasına yaslanmazsa bir beyhudelik hissi uyandırabiliyor okurlarda. Yer yer kıvılcım çakarcasına kendini ön plana çıkaran kimi imgesel buluşlar iğreti durmaktan kurtulamıyor yazık ki. Ya da ben öyle görüyorum diyeyim.   

7 Temmuz 2013 Pazar

Adsız Yazarlar Kulübü / Jean Marie Laclavetine

Adsız Yazarlar Kulübü
Jean Marie Laclavetine
2003

Yazmanın bir üstünlük, insana sunulmuş bir lütuf olduğunu düşünenlerin gittikçe çoğaldığı dönemlerdeyiz. Benim bu konudaki görüşüm tam aksi yönde, yani yazmanın bir tür lanet olduğu kanısını taşıyorum. Çünkü güçlü bir yazınsal çabaya düşmenin ruhsal yönden yıpratıcı bir deneyim olacağı fikri bende ağır basıyor. Laclavetine'nin kitabının da bu sorular ekseninde ilerlediği söylenebilir. Düşünsel yönden zenginlikler içeren bu hoş kitap, sıkıcı olma cenderesine de saplanmamış. Heyecanlı bir kurgu ve akıcı bir üslupla, çekici bir olay örgüsü dahilinde ilgiyle okutuyor kendini. Karakterler çok güçlü bir tasarımla, son derece gerçekçi çizgilerle, adeta toplumun içinde yaşıyorlarmışçasına rahatlıkla kitaba dahil olmuşlar. Edebiyat dünyası mutfağının yansıtılması etkileyici şekilde başarılmış. Kitaptaki yazar ve editör arasında geçen diyologların evrensel nitelikler taşıdığı ve benzerlerinin ülkemizde de yaşandığı ve yaşanacağı düşüncesindeyim. Yazmanın bir tür hastalık ve bağımlılık olduğu fikrini ısrarla savunanlara şiddetle tavsiye ediyorum "Adsız Yazarlar Kulübü"nü... Bu fikrin tersini düşünenlerin de okumasını arzu ediyorum ama...  

5 Temmuz 2013 Cuma

Ağır Roman / Metin Kaçan

Ağır Roman
Metin Kaçan
1991

Metin Kaçan'ın bu romanının öncesinde, Türk edebiyatında benzer tarz ve üslupta yazılmış bir kitap var mıdır, bilmiyorum. Ama büyük ihtimalle olmadığını düşünüyorum. Tamamen farklı bir dünya, kendine has marjinal insanlar, bambaşka bir dil, tuhaf psikolojik yapı örnekleri, acayip bir çevre olgusu... Kitaptan daha meşhur olan Mustafa Altıoklar'ın yönettiği sinema filmi, bence kitabın dünyasını yansıtmakta aciz kalmıştı. Ağır Roman kitabının anlatısındaki derinliğini aktaramamış bir yapıdaydı. Kitapta, epeyce yadırgatıcı bir anlatı dilinin beni zorladığını itiraf etmem gerekiyor. Sert söyleyişler, alışılmamış tasvirler kullanmış Metin Kaçan. Kitabın sonunda baş karakterin intihar etmesi sarsıcı bir etki bırakıyor. Hem de yazar Metin Kaçan'ın bu kitabını yazdıktan yaklaşık yirmi beş yıl sonra, Boğaziçi köprüsünden atlamak suretiyle aynı sonu tercih etmiş olması, bu sarsıntının katlanmasına neden oluyor. Kurgu ve gerçeğin içiçe giren bir sarmal oluşturmasının muazzam bir örneği demek belki de mümkün...  

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Memleket Meselesi / Recep Şükrü Güngör

Memleket Meselesi
Recep Şükrü Güngör
2012

Recep Şükrü Güngör'ün hikaye kitabı "Memleket Meselesi"ni tek kelime ile tanımlamam gerekseydi "lezzetli" derdim. Nedenini şöyle söyleyeyim: Günümüzde öykü kitaplarının önemli bir kısmı, anlatımlarında genel itibariyle bir kuruluk, zorlanmışlık, bilgiçlik taslayan, bunaltıcı üslubu barındırıyor. Bu kitapta ise söyleyiş kolay bir şekilde akıyor. Okurken sanki, anlatılan olayların şahidi oluyormuş hissiyatı uyandı bende. Buradaki hikaye kahramanlarının karton tipler olmaması, bu milletin içinden çıkan karakterler olduğunu duyumsatması ise, muhakkak pozitif bir unsur olarak değerlendirilmeli. Yabancılaşma efektlerinin ön planda olduğu öykü kitaplarının bir furya halinde her tarafı kapladığı edebiyat ortamında, böylesine organik bir dille, kendi hikayelerimizi dinlemek, dinlendirici olduğu kadar, zenginleştirici bir deneyim olarak tanımlanmalı. Kitapta en beğendiğim ilk beş öyküyü sıralamam istenseydi, şöyle bir liste verirdim:

- Ezanla Kovulan
- Kör Yolculuk
- Ev Taksidi Bitince
- Tebessüm
- Dargın